3 Mayıs 2011 Salı

FARKLI BİR 1 MAYIS DEĞERLENDİRMESİ...

1 Mayısta Aklın Kitlesel Coşku’ya Hitabı: 

Büyük kalabalıklar, özellikle Taksim’de toplanan yüz binler akşam evlerine döndüler. Herkes sevinçliydi; 1977’de yapılan katliamdan sonra ilk kez “gönül rahatlığı”yla 1 Mayıs kutlanmıştı!

Televizyonlara eski solcu kuşaklardan gelen, ama “eski tüfek” denilemeyecek arkadaşlarımız çok bilgilendirici, gerçekten duygusal açıklamalar yaptılar. Aklıma 1977 1 Mayıs katliamı sonrası yaşananlar geldi. 12 Eylül hazırlık eylemlerinin işaret fişeği olan 77 katliamından 34 yıl aradan sonra ufak hatırlatmalar gerekiyor.

1 Mayıslar sosyalizm ve devrimci mücadelenin önemli kilometre taşları olarak kullanılırken, hiç kimse bu kutlamaları burjuva demokrasisi ve reformlar mücadelesinin parçası olarak görmüyordu. Genel hedefte ABD emperyalizmi ve yerli işbirlikçileri yer alıyordu. En yaygın sloganlar arasında “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” sloganı vardı. Şimdi bunca yıldan sonra Türkiye’nin demokrasisi AB ve mevcut rejime emanet edildiğine göre, “bağımsızlık” kulak tırmalıyor. Bu terim herhalde eski dostlarımızın aklına 12 Eylülü getiriyor ve bir refleks yaratıyor. Oysa 12 Eylül mimarının “Anılarım” diye yazdığı kitaplarda bile, her gün AB ülkelerinden gelen temsilcilerle yaptığı konuşmalar günü gününe not edilmiştir. Coşkular bitince, insanın düşünme yetisi öne çıkıyor. Kitleselleşmeye adım atmak üzere olan devrimci hareketlerin potansiyeli bu 34 yılda geriletilmeseydi, devrim dendiğinde sonunda “Pembe Devrimler” dizisini hatırlatan burjuva demokrasisi ve yeni rejim övgüleri duyulmayacaktı.

Devrimle hiçbir ilgisi olmayan bu yeni dilin elbette nesnel temelleri var. Bu nesnel temelin köşe taşları, SSCB ve Doğu-Orta Avrupa’da sosyalist çöküş ve Soğuk Savaş’tan zaferle çıkan ABD’nin AB ile birlikte dayattığı, NATO’nun jandarmalığında Yeni Dünya Düzeni dedikleri emperyalist politikadır. Bugün bu yeni saldırganlık gözlerini Afrika topraklarına dikmiş, Kuzey Afrika’da aklınıza gelebilecek her türlü “toplum mühendisliği” denemelerine tekrar girişmiştir. Gerek utangaç bir biçimde, gerekse işçi sınıfı tarihinde eski reformist, revizyonist, Sosyal Demokrat çizgilere bile rahmet okutan bir çizgiyle ABD ve AB emperyalist politikalarından demokrasi ve özgürlük hayal edenleri hayalleriyle baş başa bırakmak gerek. Avrupa sosyal demokratlarının Marksizm’i programlarından çıkarmaları bile neredeyse yüz yılı bulmuştu. Bu teknoloji çağında, bizim dostlarımız elbette yüz yıl bekleyecek durumda değil. Çok yakında hep birlikte açık restorasyon övgüleriyle yetinmeyip, çok sevdikleri “Anadolu kaplan” sermayesinin sırtında uluslararası sermaye cephesinde “politika” yaparken, sosyalizm ile faşizmin aynı şey olduğu keşiflerini pekiştirirler. Sonra da Türkiye’de yasama-yargı-yürütmenin tek elde toplanmasının totalitarizm değil, “Muhafazakâr demokrasi” çeşidi olduğuna hepimizi inandırmaya çalışırlar.

Enternasyonal işçi sınıfı için 1 Mayıs devrimci ve komünist özünden soyutlandığında geriye kocaman bir “pembe balon” kalır! Marx proletarya diktatörlüğü için Paris Komünü’ne bakın diyordu. Gerek 1905’te gerek Ekim Devrimi’nde Sovyetler hem iktidar hem doğrudan demokrasi organlarıydı. Demek ki “konsey,” “Sovyet,” “şura” vb. terimlerle gösterilen organları öne çıkarmayan soyut, biçimsel burjuva “siyasal demokrasisi” mücadelesi işçi sınıfının siyasal hedeflerinin çarpıtılması demektir. Küçük bir tarihsel hatırlatma daha: Avrupa’da Alman işçi hareketinin başını çektiği II. Enternasyonal’in çöküşü ve ardından Ekim Devrimi’nin üç çeyrek yüzyılına karşın, arada Avrupa Komünizmi’yle ifadesini bulan burjuvaziye entegre Avrupa “reformist işçi hareketi”nin çöküşü, SSCB ve Avrupa sosyalist bloğunun çöküşünden öncedir. Kapitalizmde kazanılan haklar da devrimci süreçlerde burjuvaziden neredeyse koparılmış tavizlerdi. Sosyalist bloğun çöküşünden beri “AB” ülkeleri dâhil bütün emperyalist-kapitalist kampta işçi hareketinin 19. ve 20. yüzyıldaki kazanımları büyük ölçüde kaybedilmiştir. Tipik “eski solcu”nun o kampa kapağı atışı da iyi ki böyle bir gerçeklikle örtüşmüştür.

Demek ki kapitalizmle entegrasyon işçi sınıfı hareketinin kendisini yadsımasıdır. Yeni “restorasyon aydını” (liberal, ulusalcı, eski sosyalist, vb.) tüm dünyada özüne, burjuva kampa dönmüştür. Proletaryanın devrimci hareketi, burjuva dünyasıyla ideolojik mücadelesinde yeni ve kolektif bir emekçi aydın tabaka yaratmak zorundadır. Yoksa eski akıl hocalarının peşinde bırakın devrim ve demokrasi mücadelesini, ellerindeki sendikaları kaybedecek, taşeron işlerinden de olacaklar. Daha acısı bütün bunların ulus-ötesi şirketleriyle ABD ve AB kapitalizminden değil de “totaliter SSCB ve Stalincilik” yüzünden olduğuna inanacak ve iyi ki “muhafazakâr demokrasimiz” var diye için için sevinecekler! Dünya halklarının tepesine yağan NATO bombalarının kötü Afrika ve Arap diktatörlerinin ülkelerine de “muhafazakâr demokrasi” getireceğine, petrolün ABD ve AB gibi uygar ülkelerin elinde olmasının daha hayırlı olacağına inanacaklar! Çinlilerin ve İranlıların asla uzay mekiği yapamayacaklarına, Kuzey Kore halkının şimdiye kadar açlıktan ölmüş olması gerektiğine, Chavez, Castro, Evo Morales ve bilumum eski gerilla-yeni devlet başkanı liderleri olan ülkelerde de halkların bir gün akıllanıp yeniden ABD kuyruğuna döneceğine inanacaklar! Tıpkı 1914 yılında coşkuyla, bayraklarını sallayarak başka ülkelerdeki kardeşlerini öldürmeye koşan on milyonlarca emekçi gibi!           

1 Mayıs kutlu olsun!                     

Ali ÇAKIROĞLU

Hiç yorum yok: